8 Temmuz 2010 Perşembe

Aşk Dediğin Laftır Derler..

Murathan Mungan bir kitabını "hayatını ömür yapan erkekler'e" ithaf etmiştir. Şimdi hangisi olduğunu hatırlamıyorum. Ben de hayatıma bir konakçı gibi girip, gelişim dönemini tamamlayarak giden; geçiyordum uğradım derdim vardı ağladım diyerek hafifleyen; gelip de bir türlü gidemeyen, gitten anlamayan, hasılı kelam bana bir arpa boyu kadar yol aldıran ve geride Konya Ovası büyüklüğünde boşluk bırakan tüm erkeklere kurşunlara gelesiniz diyorum.

Her defasında aşka düştüğümüzü sansak da nedir bunun istihap haddi, muhammem bedeli?Bir ömür kaç aşkı, kaç aldanışı kaldırır?Yoksa sadece tek bir aşk mıdır, diğerlerini patates baskı gibi kalıbından (t)ürettiğimiz.  Öylesine eksik kalıyoruz ki her defasında, içimizdeki sevmeye sevilmeye olan bitimsiz arzu besliyor ilişkinin çoşkusunu. Böylece aşkın nesnesine değil kendisine takıntılı olup çıkıyoruz. Hayatım tıpkı basımlardan oluşuyor. Başlarken bildiğimden sonunu, başlangıçlar önceleri heyecanlarını kaybetti, sonraları başlama hevesini.

O ilk aşk kaybetti önce masumiyetini. İlk aldanış, ilk aldatış, unutulmaz unutulmaz. Sevginin Mr. Muscle gibi lekeleri çıkarıcı etkisine, teflon tava gibi kir pis tutmayan gücüne inanırsın. Başkalarına hatta kendine bile inanmaz, O'nun sözüne itibar edersin. Şüphe ettiğin için kendinden utanırsın. Sormak sorgulamaktır diye salakça bir düşünce ile sustuğundan, gözünün içine bakıla bakıla keklenirsin. Kimi istediğini elde edene kadar duymak istediğin sözleri söyler, vurup kaçmaktır niyeti. Kaçarken de bir parçanı afiyetle indirir midesine. Kimi hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış, kendisi de dahil hiç bir şeyin sorumluluğunu almamış bir ezik insandır. Uzak durmak istemesi bundandır aslında ama sen onu "ağır abi" sanırsın. Küçük bir poposu, geniş omuzları ve baştan çıkarıcı bir gülümsemesi de bonusudur. Ya ömrünü yer tüketir çünkü gitme sorumluluğunu üstlenemez ya da ıssız adam enfeksiyonuna kapılır, kaçar gider. Bağlanmak ile değildir derdi, genel alıcıdır doğuştan.

Bir de mızmızlar vardır.Bebek gibidirler. Vampir gibi emerler sendeki şefkati, sevgiyi, ilgiyi, hoşgörüyü. Genellikle hayatlarında dönemeci almakta zorlandıkları bir noktada girivermişsindir kadraja. Kimi gelecek kaygısı ile yer bitirir kendisini, kimi yeni boşanmıştır; eksik, gururu ezilmiş ve terk edilmiş hissediyordur. Üzerinde yükseleceği bir kadına ihtiyacı vardır. Kimi evlidir, mutsuzdur, üzgün bakışları ve uzayan kulakları ile anlayış bekler. Façası yemez bittiğini iddia ettiği evlilikten çıkıp gitmeyi. "madem bu kadar mutsuzsun ayrıl"ın yanıtı her zaman " it's too complicated" olur. Çocuk varsa en şahane bahane hazırdır. Yoksa açıklamak iyice zora girer. Çünkü parası var bırakamam demesi pek şık olmaz. Karımın bir şeyden haberi yok. Yemek desem yemek, yatak desem yatak ama ben biraz sıkıldım, başka oyun parklarına gidesim var; bir iki oynayıp döneceğim itirafını insan kendine bile yapamaz. Zavallıcık nasıl söylesin bunu. Bunlar ıssız adamlardan daha tehlikelidir. Sizi anne olarak görür ve anaç tarafınıza hitap ederler. Ama anam demez s..... de. Siz zevk alır mısınız? Sanmıyorum. Çünkü bu kadar sorunlu adamın en büyük sorunu kendisiyle olduğundan, sürekli kendisini düşündüğünden eylem tarafı biraz zayıf kalır. Düşünce adamıdırlar eylem değil.

Terk edile edile terk etmeyi, aldatıla aldatıla aldatmayı, yuttuğun yalanları kusmayı öğrenirsin. "Neyse canım prensi bulana kadar birkaç kurbaa da öpülür artık" diye diye bir bakarsın Balkanlar ve Ortadoğu'nun en büyük kurbaa ihracatçısı olurvermişsin.

6 Temmuz 2010 Salı

Men 101

Oooof içim sı kı  lı yor. Pabucum da sı kı yor. Eteğimdeki taşlar ağır geliyor. Haliyle konumuz: Er kek ler. Kimi kısa kimi uzun. Kimi kel kimi lepiska saçlı.Balkonlusu balkonsuzu, esmeri kumralı, seyirliği tadımlığı. Pastahane tezgahında duran şeker kavanozunun içi gibi çeşit çeşit, her renkten, her tattan. Onlarsız yapamayız. Ne de olsa yalnızlık Allah'a mahsus. Onlarla da olamayız. Başka gezegenlerin varlıklarıyız.

Bazısı arkadaş olarak girer hayatımıza. Birlikte büyürüz. Genellikle önce biz büyürüz. İlkokulda üst sınıftan iri oğlanların karşısına biz çıkarız, dalarız aralarına. Teneffüslerde yaptıkları maçlarda sökülen yakaları için yedek yaka taşırız.Sınavlarda kopya veririz. Haylazlıklarında sıra dayağı yemesinler diye "biz yaptık" deriz; öğretmenler kızlara sopayla vurmazlar çünkü. Okul sonrası birlikte oynarız. Bir yaz birden bire boy atarlar, tüyümsü bıyıkları çıkar, sesleri çatallaşır. Bizden uzaklaşırlar. Oyun bahçemize görünmez bir çizgi çekilir. Oğlanlar bir tarafa kızlar diğer tarafa geçer. Onlar maket bıçağı, kıl testere kullanarak el işi dersinde maket yaparken, biz ev ekonomisi dersinde bulaşığın hangi sırayla yıkanacağını öğreniriz. Onlar basket oynarken, biz denge aletinde yürür, ters takla düz takladan not alırız. Onlar saçlarımıza sakız yapıştırır, belirmeye başlayan memelerimizle dalga geçerler. Yine de ev yolunda düşerler yanımıza, birlikte yürürüz. Uzaklaştıkça çekiliriz aslında birbirimize. Derken ilk aşk gelir. Gruptaki en yakın arkadaşımızı severler;mektuplarını taşırız, istihbarat veririz, sırdaşları oluruz. Biz de aşık oluruz elbet. Ama paylaşmayız, içimizde yaşarız. Kızlar kızlarla konuşur en derin sırlarını. Onlar birden açığa çıkan bitimsiz enerjilerini daldan dala konarak harcarken, kızlar A sınıfı bir çamaşır makinası gibi tasarruf yapar, daha sonra verecekleri meyveyi tatlandırırlar. Üniversiteye başladığımızda açılır fikrimiz, nefesimiz. Birlikte çalışır, birlikte eğleniriz. tartışır, kavga eder, birbirimize karışırız. Artık onlar da bizim sırdaşımız olur. Akşamları yalnız göndermezler yurda, bara gittiğinizde alıcı kuş gibi süzerler etrafı, omuzları yanıbaşınızdadır hep. Ağlamak için koşup kollarına atıldığınız o'dur. Ölümüne dostluktur bu. Ne yazık ki, çoğu evlilikle zayıflar. Yine de her zaman arkadaşınız olarak kalacaklardır.

Bazısı abi saydığınız arkadaşınızdır. Sizi yönlendirir, yol gösterir, ders çalıştırır. Okuduğu kitapları okur, tavsiye ettiği filmleri izlersiniz. Hayransınızdır, güvenirsiniz. İstisnasız sıçarlar. Bir gün "Fellini"nin son filmini izlemek için evine çağırdığında kapıyı kilitlemesinden kıllanırsınız. Rahat izleyelim bahanesi ile perdeleri çeker, korku içinizde yürümeye başlar. Yanınıza gelip dibinize oturur, elinizi tutar, ok gibi fırlarsınız yerinizden. Gidelim diye tutturursunuz. Gelir sarılır, yaprak gibi titremeye başlarsınız. Şanslıysanız insaflısına denk gelmişinizdir, saçlarınızdan öper bırakır. "Çok safmışsın sen" der. Beyaz tavşanın peşinden kuyuya atlamışsındır salak Alice ama ne sen bunun farkındasındır ne de polis farkında. Şanssızsan ırzına geçer. Sonraki günler her önüne çıktığında kaçacak delik ararsın, her davetini reddetmek için yalanlar uydurursun. Mezun olduğun gün rahat bir nefes alırsın. Neymiş? Kurttan dost, Abi'den arkadaş olmazmış. Ondan sonra sevgilinin babası omuzuna dokunsa tırsar, biri iltifat etse koşar adım kaçarsın.

Kimi erkekler ya köşeli jetonlarından dolayı akıl edemediklerinden ya da fiziksel olarak sizi çekici bulmadıklarından dolayı zekanızla ilgilenirler. Bunlarla geyiğin dibine vurursunuz. Çok güler, çok eğlenirsiniz. Kasılmadan kasmadan konuştuğunuz için yanlış sinyal gönderme tehlikesi çok düşüktür. Yalnız her an birlikte olursanız asker arkadaşına doğru evrilirsiniz ki, her şey ciddiyetini kaybeder. Kimi erkek arkadaşınızdır ama karşıklıklı bir çekim de vardır. Üstü kapalı cilveleşirsiniz. Çekim yoğun değilse, mesele yok. Bir süre sonra dikkatinizi çeken başkaları girer hayatınıza. Orta şekerli tatlı bir kıvamda devam eder. Çekim yoğunsa burada durum biraz çatallaşır. Sınırlar tam belli olmadığından bir süre sonra taraflardan biri açısından gerginlik başlar. Gerginlik karşılıklı ise, yine mesele yok demektir. Eninde sonunda birlikte gelir (patlama noktasına tabii), patlar ve sevgili olursunuz. Değilse, erkek yine patlayacaktır. Kabul ederseniz sevgili olursunuz. Etmezseniz erkek önce geri çekilecek ama ikna etmeye çalışacaktır. Adam olan arkadaşlığa değer veriyorsa bir süre sonra vazgeçmiş görünecektir. Ara ara deneyecek, sevgili yaptığında bırakacaktır. Takıntılı ise psikopata bağlayacak ısrarıyla bezdirecek ve arkadaşlığınız bitecektir. Ha bu arada sevgilisinden ayrıldığında bir kez daha şansını deneme hakkını saklı tutmaktadır aklınızda olsun.

Bir de hem sokakta hem yatakta arkadaş olduklarınız vardır. İlahi bir mucizedir. Hem birlikte vakit geçirir, tatile gider, dertleşirsiniz hem de birbirinize hoşlandığınız kadınlardan erkeklerden bahsedersiniz. Ama duygudaşlık yoktur. Hem yatarsınız hem beklentiniz olmaz. Son tahlilde erkek su koyverir, bu hibrid ilişkiyi irdelemeye başlar ve arkadaşlık devam etmez.

Bazısı arkadaş olarak yanaşır, oysa istediği arkadaşlık değil yatağa atmaktır. Özgüveni temelsiz tavan yapmıştır. Gösterdiğiniz ilgi ile kıçı türksata vurur. Kendisini bulunmaz paylaşılmaz karşı konulmaz bir ilah olarak görür. Önce zekanıza aklınıza, güzelliğinize, kültürünüze, şununuza bununuza iltifatlar yağdırır. Samimiyeti konusunda yeminler eder. Her iki lafından biri size olan özlemidir. Özlem şehvete dönüşür. İkna olmak üzere olduğunu anladığında seni yatağına çekmek için kaçar. O yatağa bir kere girersen ipi boğazına geçirip tekmeyi vurur. Sakın ola ki, bu adamın mahremiyet duvarının üzerine tünemesine izin verme.

Bazısını da bıçağın kemiğe dayandığı noktada sevmeye başlarsın. Balıklama dalarsın. Hiç aklında yokken "kurabiye gibi çocuklar doğurmak" geçer içinden. Hem dostun olur hem sevgilin. Hem yoldaşındır. hem yol göstericin. Işığını hep üstünde hissedersin ama aslında bu da bir yanılgıdır. Mutlu aşk yoktur. Aslında aşk hiç yoktur.

Brits Rock The World

Titrek sesli Robin, cırlak sesli Barry ve sade suya tirit Maurice Gibb kardeşler 1960larda soft rock yaparken, 1970lerde, bizim yerli filmlerdeki esas oğlan ile esas kızın ayrı, etraftaki uzun saçlı bıyıklı, gömleği göbek deliğine kadar açık oğlanlarla, saçları bantlı kızların apayrı telden çalan bir müziğin etkisindeymiş gibi, senkron tutturamadan dans ettikleri, disko müziği diye tabir edilen türün kralı oluyorlar. 200 milyondan fazla album satarak tüm zamanların en çok satan müzisyenleri ünvanına sahipler. Andy henüz ortalarda yok zira grup kurulduğunda daha kendileri doğmamış. 

Sanıldığının aksine Grubun adı Brothers Gibb’ten gelmiyor. Çağrıldıkları bir radio programında Bill Goode (BG) tarafından, Dede Bill Korkut Gates (BG) derler namlı bir DJ ile tanıştırılıyorlar. O da boy boylayıp soy soylayıp bu yiğitlerin adı benim adımla senin adının baş harflerinden oluşsun ve Bee Gees olsun diyor. De git allasen ya…

Az gidiyorlar uz gidiyorlar dere tepe düz gidiyorlar. Metafor sanılmasın. Avustralya’ya kadar bi gidip geri geliyorlar ve derken benim Janis Joplin ve JoeCocker’dan dinleyip sevdiğim ve Nina Simone’dan Tom Jones’a daha bir çok sanatçı tarafından coverlanan  “To Love somebody” ile listelerde tırmanışa geçiyorlar. Hemen ardından Robin’in yazıp söylediği ve benim bir Bee Gees şarkısı olduğunu Faith No More konserinde öğrendiğim “I Started a Joke” geliyor. E tabii başarı çekişmeleri ve kardeş kavgasını da beraberinde getiriyor. Titrek Gibb, cırlak Gibb’e "seni grup içinde daha çok kayırıyorlar, hep senin şarkılarını söylüyoruz, yeter artık bu grubun abisi benim" diyerek kardeşler birliğini terk ediyor. Cırlak ile sade suya tirit Gibb yola birlikte devam ediyorlar. Ama işte kan kanı çekiyor. Atsan atılmaz satsan satılmaz. “How Can You Mend a Broken Heart”ın  cevabını buluyorlar ve 1970lerde aile birliği yeniden sağlanıyor. Bu şarkı, Al Green coverıyla “Good Will Hunting” ve “Nothing Hill”ın soundtrackında yer aldı. Hatta “Sex and The City”nin film versiyonunda da kullanıldı.

Yazının başından beri cırlak Barry diyorum ama adama böyle falsetto atıp cırlamasını tavsiye eden muhterem Arif Mardin’in ta kendisi. 1970lerle birlikte rock’tan R&B ve diskoya kayan tarzları eski hayranlarını üzse de, müzik eleştirmenleri Bee Gees hiç bu kadar rock and roll olmamıştı der.

1977’de Disko müziğin popülaritesine tavan yaptıran ve kulaklarımızda “ha ha ha ha steyin elayv siteyin elayv ha ha ha ha siteyin elaaaaaa ..aaaaaa.aaaaaayv” cınlamasının yer ettiği “Saturday Night Fever” gelir. Aslında film çekilirken Bee Gees’in adı bile yoktur ortada. John Travolta, provalarda Stevie Wonder ve Boz Scaggs’in şarkıları ile dans ettiğini söyler. Boz Scaggs’ın plak şirketi biz bir başka filmin müziklerini yapacağız diye sırra kadem basınca iş bizim biraderlerin kucağına düşer. Filmin nerdeyse bütün şarkıları iki gün içinde yazılır. “Stayin’ Alive”, “How Deep Is Your Love”, “Night Fever”, “Jive Talkin’” ile filmin soundtrackı bütün zamanların en çok satan film müzikleri albümü olurken, biraderler için de bir dönüm noktası oluşturur. Barry Gibb üst üste 4 tane hit şarkı çıkararak John Lennon ve Paul McCartney’in rekorunu da kırmış olur.

80 ve 90larda Dionne Warwick, Dolly Parton, Barbara Streisand ve Diana Ross için şarkı yapıyorlar. Barbara için Barry tarafından bestelenen “Woman in Love”ı ortaokul yıllarından kalan reklam cıngılından hatırlıyorum. Sabun muydu, deodorant mıydı, şampuan mıydı neydi bilemedim şimdi. Şarkıyı, sözlerini uydurarak Kumrular'dan Güven Park’a kadar yürürken söylerdik.  

Ölüp gidecek Andy’i şimdiye kdar bir kez andık ama adam kendi kendine solo takılmış napayım. Tam gruba alıp arkayı dörtleyeceklerken de 30 yaşında uyuşturucu ve alkola bağlı olarak kalp büyümesinden gitmiş.  Yaş 50ye dayanınca diğerlerinde de romatizmaydı, fıtıktı, lumbagoydu başlıyor. Barry sırt ağrısı ve artritten muzdariptir ki, bu hastalık aklıma hep “East of Eden”daki Caleb ve Aaron’un oruspi anneleri Cathy’nin artritten eğilip bükülmüş elini getirir aklıma. Jane Seymour oynamıştı. Yaprak Özdemiroğlu da bu kadına çok benzer. En azından şehla bakan gözleri ile lepiska saçları benziyor. Konuyu dağıtmayalım Maurice’in de alkole banılmış hücreleri iflas eder ve kalpten Allah’ın ipine asılır gider.

Kardeşler hala yola devam ediyorlar. Hem beraber hem solo şarkılar söylüyorlar.

Üniversite: meteliğe kurşun attığım yıllar (kurşun ucuz bir şey mi ki dandirik bir metal parçasına atıyorsun. Bu atasözleri de bi tuhaf). 3 senedir kışları aynı fare rengi shetland kazağı, yazları aynı soluk siyah tişörtü giyiyorum. Millet arabayla geliyor okula, biz Kızılay-Cebeci arasını 2. viteste yürüyerek alıyoruz. Daha şimdiden on parçaya bölünmüşüm. İş-okul-ev-canımı sıkan sevgili. Okul bitince ne halt edeceğim diye düşünüyorum. Ben bunları düşünürken ailenin bir kolu gamsız bir hayat sürmekte, analarının sezeryanla doğdukları için benim çocuklarım zeki diye hava attığı sınav kazanamayan kuzenlerin biri ingiltere biri amerika yolunda. Benim de sinirim burnumda. Daha 19 yaşındayım, bunca pesimizm nerden sızdı hayatıma. Amma velakin dünyanın en güzel uyuşturucusu müzik. Bulunduğu mekanı da zamanı da unutturuyor; formsuz bir varlıkmışsın gibi ağırlığından kurtarıp uçuruyor insanı. Radyo 3’den çektiğim kasetleri başa sarıp sarıp dinliyorum o zamanlar. Bir akşam Engin Arman, şimdi “Dire Straits ve topluluğundan dinliyoruz” anonsunu yaptı. Kendinden geçmiş, bıkkın, dünya yansa umurumda değil havalarında bir ses “you play the guitar on MTV. That aint workin’. That’s the way you do it. Money for nothing” diye konuşuyor. Amanin ben duvarlara, defterlere, kitap arkalarına, abartıp mutfak dolabının üzerine yazmam mı “Money for Nothing”. Sonra baktı annem olacak gibi değil, izin verdiler ertesi yaza, dil okulu kalın geldiği için, İngiltere’ye çilek toplamaya gittim. Knopfler Biraderler olmasa ben o izni zor koparırdım.

 Money for Nothing’e geri dönersek, şarkının sözleri sexist, ırkcı ve homofobik bulunuyor ve baya bi eleştiri alıyor. Mark, radio shack benzeri bir elektronik ve beyaz eşya satan mağazada dolaşırken, tezgahtar çocuktan bir kağıt isteyip, şarkıyı oracıkta yazıvermiş. Şarkının sözleri mağazadaki konuşmalardan esinlenmiş. Hatta çok sonraları Mötley Crüe’nun basçısı kendisi ile yapılan bir röportajda şarkıda geçen (See the little faggot with the earring and the makeup Yeah buddy that's his own hair That little faggot got his own jet airplane That little faggot he's a millionaire) sözlerin kendi aşırı yaşam tarzlarına gönderme olduğunu ve tezgahtarın mağazadaki tv setlerinde gösterilen Mötley Crüe videosuna yorum yaptığını iddia etmiştir.

“Sultans of Swing” de Mark Knopfler’in her konserde emprovize çaldığı, müzik tarihinde en iyi gitar soloları içinde üst sıralarda yer alıyor. Lakin 2008 Kuruçeşme konserindeki performansından dolayı paramı kendisine helal etmiyorum o başka. Mark ve David Knopfler kardeşler ile iki de kankalarından oluşan Dire Straits beş şarkının yer aldığı ilk demolarını “abi şuna bir bakıver, işe yarar mı” diye BBC Radio London’daki bir DJ abilerine gösterirler. DJ şarkıyı dinlemekle kalmaz bir de yayınlar. 2 ay sonra şarkı patlar ama BBC “bunun içinde tır dolusu laf var, ne bu şarkı mı roman mı” gerekçesi ile çalmak istemez. Ta ki şarkı amerikanyada hit oluncaya kadar. Kendi hay day dönemlerinde bile 8-10 dakika süren şarkılar yapan rock grupları azken, üşenmemiş uzun partisyonlar yazmışlardır. Çaldıkları klüplerde insanlar birbirleriyle konuşabilsinler diye barın sahibine sesi kıstıran Knopfler kardeşler  zaten bu dünyanın dışından gelmiş gibi. Pink Floyd’u tenzih ederek söylüyorum rock tarihinin en çetrefilli kompozisyonlarını yapmış bu abiler.