4 Mayıs 2010 Salı

Pi'nin Yaşamı

Birkaç sene önce patronlarım beni Japonya'ya ekonomi politikası gibi baba bir adı olan kursa gönderdiler. Ben de hiç ikiletmeden gittim. Nereye baksan kargacık burgacık hiç bir anlam ifade etmeyen, çağrışım yaptırmayan yazılar. Tabela okuyamıyorsun, gazete okuyamıyorsun, tv izleyemiyorsun. Üstelik nerdeyse hiç kimse İngilizce bilmiyor. Bir süre sonra kendini bir uzaylı gibi hissediyorsun. İşte bu noktada da Japonlarla kaynaşıyorsun, zira Japonlar da kendilerini uzaydan geldiğine inanıyor. Her neyse Japon halkı ve kültürü ile kaynaşmam ayrı bir mevzuu. Bir gün yine anlamaz anlamaz sokaklarda yürürken, devasa bir kitapçı görüp daldım içeri. O da ne, İngilizce bölümü var. Kitapları incelerken, her ne kadar gözüm japon seks sanatı adlı kitaba kaysa da, bunların ölçüleri bizimkini tutmaz diyerek, hemen yanında duran, kapağında derin bir maviliğin ortasında incecik bir kayık ve turuncu renkli bir kaplan resmi olan kitap ilgimi çekti. Bizde kitap kapağına ne yazık ki çok önem verilmiyor. Oysa kendini seçtiren, eğer ki bilmediğiniz bir yazar ise, kapağıdır. Nihayet anlayabileceğim bir şeyler okuyacağımın verdiği heyecan ile kitabı aldım ve yurda döner dönmez okumaya başladım. Kitap daha sonra ülkemizde de, İnkîlap yayınları tarafıdan basıldı. Kitabı o kadar çok sevdim ki, bizdeki basımını da aldım. Kitaba gelince...

Tam adıyla Piscine Molitor Patel’in olağanüstü hikayesi anlatılır kitapta. Zor telaffuz edilir ya da ota boka çağrışır ismi olanların pek iyi bileceği üzere, Piscine de okulda pissing diye çağrılarak madara edilmeye çalışılmaktadır. O da ısrarla adının “Pi” olduğunu  söyler. Aslında adı Fransa’daki bir yüzme havuzundan gelmektedir. Her neyse isminin ne olduğunun bir önemi yok. Adıyla ilgili yaşadığı zorluklar yaşayacaklarının yanından bir hiç kalıyor.

Pi Patel, bir zamanlar Fransa’ya ait olan Hindistan’ın güney bölgesinde yer alan Pondicherry adında bir yerde yaşar. Babası hayvanat bahçesi müdürü olduğu için de bütün çocukluğu hayvanlar arasında geçmiştir. Kitabın ilk bölümünde Pi’nin çocukluğu, hayvanlar hakkında bilgi edinmesi ve aile ilişkileri anlatılır. Hayvanların ihtiyaçları, onların nasıl kontrol altında tutulacağı, nasıl sakinleştirilecekleri, rutinleri bozulduğunda nasıl huzursuzlandıkları gibi konularda, insani özellikleri hayvanlara yakıştırarak (antropomorfizm) okuru bir nevi eğitir.

Pi, ergenlik çağına adım attığı yıllarda “tanrı arayışı”na girer. Ailesi dindar değildir. Pi doğal olarak hindu olmakla birlikte hristiyanlık ve islam’a da ilgi duyar ve her üç dinin de sadık bir izleyicisi olur. Kitabın en eğlenceli ve felsefi bölümlerinden biri, imam, rahip ve pandit’in bu durumu çaktıkları ve Pi’nin hangi dini seçmesi gerektiğini söyledikleri bölüm. Birbirinin inancını küçümseyen bu kindar din adamları, Pi’nin “ben sadece tanrıyı sevmeye çalışıyorum” açıklamasıyla ağızlarının payını alırlar. Kardeşiyle dalga geçen Ravi’nin önerisi de pek yabana atılır gibi değildir: `At the rate you're going, if you go to temple on Thursday, mosque on Friday, synagogue on Saturday and church on Sunday, you only need to convert to three more religions to be on holiday for the rest of your life.`(bu hızla, perşembeleri tapınağa, cumaları camiye, cumartesileri sinagoğa, pazarları kiliseye gidersen, hayatının geri kalanını tatilde geçirmen için geriye sadece 3 din kalıyor mealinde bir şey işte bu da.)

Kitabın ilk bölümü Pi ve ailesinin hayvanat bahçesini kapatıp, hayvanların birçoğunu başka hayvanat bahçelerine göndererek kanada’ya gitmek üzere bir japon kargo gemisine binmeleriyle biter. Pi artık 16 yaşındadır ve yeni bir hayatın arifesindedir. Ne yazık ki, yeni hayatı umut ettiği gibi başlamaz; ikinci bölümün ilk cümlesinde dediği gibi gemi batar. 

Pi, bir zebra, bir sırtlan, bir orangutan ve bir bengal kaplanı ile birlikte kendini bir filikada bulur. Kitabın bundan sonrası, yiyecek zincirinin halkalarının tek tek nasıl yok olduğunu ve son iki halka olarak ayakta kalan Pi ve Richard Parker adındaki kaplanın 227 günlük deniz macerasını, çocuğun duygusal ve fiziksel tükenişini anlatır.

Başlangıçtan itibaren Pi’nin bir şekilde yaşayacağını bilseniz de, (anlatıcının kendisi olmasından dolayı) bunun nasıl olacağını merak ediyorsunuz. Free Willy, Fury, Flipper’da olduğu gibi hayvanlara insani duygular yüklemeden bir kaplanı sevimli bir kediciğe dönüştürmeden son derece gerçekçi bir kaplan ile duygusal ve fiziksel tükenişi yaşayan bir çocuğun yaşam mücadelesinin ilgi çekici ve hüzünlü hikayesi yalın bir dille anlatılıyor. her ne kadar tatlı tatlı okunsa da, safdilliğin böylesi karşısında “hadi canım bu kadar da olmaz” denilen  zurnanın zırt dediği yerde yazar hikayenin gerçekliği konusunda okuru şüpheye düşürüyor.

Ufak tefek aksamalar olsa da, okurun inancını zorlayan, ustalıkla yazılmış, zevkle okunan muhteşem bir öykü, okunması gereken bir kitap.

Hiç yorum yok: