3 Mayıs 2010 Pazartesi

Benim Sinemalarım: Bagdad Café

Adını asla bilemeyeceğiniz ama hayatınıza bir şekilde bir anlık girmiş ve o bir an içinde bakışınızı değiştirmiş, zor giden bir gecede sabaha çıkmanıza sebep olmuş, size insanlığın hala bazı insanlar için ölmediğinin işaretini vermiş birileri hep olmuştur. Dilini bilmediğin bir memlekette soyulup soğana çevrildiğin ve ağlamaklı bir ifadeyle etrafına boş boş baktığın anda çıka gelmiştir. Seni oteline götürmüştür. Polisi aramıştır. Bir miktar para çıkarıp vermiştir, geri ödenmesini istemeden.


Koskoca bir metropolde önüne pat diye bir güvercin düşmüştür; kurtaramamışsındır. Hayatının muhasebe defteri o saat açılmıştır önünde. Gördüklerin karşısında dibe vurduğun o an, biri hiç düşünmeden sarılıp, sıvazlamıştır sırtını.


Yaban ellerde, sabahın köründe belki de siftahını yapan taksi şoförü, para çıkışmayınca kendi dilinden “canın sağolsun” demiştir mesela; yüreğin dura yazmıştır. Dünya ahret borçlu olacağını bilirsin o adama.


İki tost ekmeği arasına ince bir dilim kaşardan oluşan tek öğününü alabilmek için, kaldırıma atılan bozuk paraları topladığın günlerde, konfeksiyon atölyesinde aynı tezgahta çalıştığın ve senin aksine, bu hayatı yaşamaktan başka şansı olmayan bir adam soğan ekmeğini paylaşır seninle.


Ezberlemek için yüzlerine bakmışsındır uzun uzun, unutacağını bilerek. Kalbinde yer edinmişlerdir. Birgün tekrar karşılaşmak ve bir hayrının dokunmasını istersin o insanlara. Hayatın sana armağanıdır onlar ve sen de aynı şekilde hayata borcunu ödemek arzusuyla yanıp tutuşursun.


Bagdat Cafe, o adını asla bilmediğim ama gönlümde yer etmiş insanlar gibi bir film işte. 1989 yazında Kızılırmak Sinaması'nda izlemiştim. Bu yazı ile borcumu ödemek istiyorum. Benim hayatta bir duruşum varsa, oluşumunda etkisi olan bir filmdir Bagdat Cafe. Değiştirmek için dönüşmek gerekmez. Altını çizmeden, üstelemeden, insanları aptal yerine koymadan, büyük harflerle konuşma(san)dan da, bir yer edinebilirsin insanların yaşamında.


Bir rüyanın sonu, bir çölün kıyısında gelse de, aynı çöl yeni bir yaşamın başlangıcı da olabilir.


Film Percy Adlon tarafından 1987 yıında Amerika’da İngilizce çekilen bir Alman filmi. Filmin müzikleri de harika. Jevetta Steele'in seslendirdiği "Calling You", Bob Telson'ın Calliope'si akıldan çıkmıyor hiç. Film, kuş uçmaz kervan geçmez Mojave Çölü'nün ortasındaki döküntü, "destur de gir" bir motel-cafe'de geçer. Amerika turuna çıkmış olan Alman bir karı koca’nın, küfürbaz, asabi koca ayağı burnundan getirmektedir kadının. Orta yaşlı, tombulcuk, pembe yanaklı, saçları itinayla toplanıp spreyle sabitlenmiş orta sınıf ev kadını görünümlü Jasmin (Marianne Sagebrecht) daha fazla dayanamaz ve bavulunu kaptığı gibi fırlar arabadan dışarı. Mercedes kızgın güneşin altında uzaklaşırken, esen sıcak rüzgarı, tozu ve ıssızlığı hisseder insan.

Burası, umutsuzlar barınağı, bütün umutların toplaşıp firâr ettiği bir yer. Yaz sıcağında, lüks otobüslerden birinin camına başınızı yaslamış giderken, yol kıyısında gözünüze bir an çarpan, sonra kayıp giden görüntülerden biri.


Gövdesi kadar kocaman valiziyle Jasmin, motelin kapısından içeri girer ve bir oda ister. Böylece motel sakinleriyle tanışmaya başlarız. Motelin ve café'nin sahibi Brenda (CCH Pounder) ve çocukları, yakınlardaki bir treylerde yaşayan set ressamı Rudi (Jack Palance), zamanını dövmeler yaparak geçiren aksi Debby, italyan aşcı.

Jasmin’in temizlik takıntısı, motel sakinlerinin şaşkın bakışları arasında kendi odasından motelin diğer odalarını ve sonunda tamamını temzilemeye dönüşür. Brenda’ya temizlik ve yaşam standartlarının korunmasına ilişkin söylev çeken, saçının teli dahi bozulmayan jasmin’in kuralcılığı gün be gün erir gider.


Jasmin, peri masallarındaki tombul iyilik perisine benzer. Hatta bir iki sihirbazlık numarası dahi bilmektedir.


O’nun gelişiyle birlikte, motele uğrayanların sayısı artmaya başlar. Yemekler düzelir, ortam çiçekleşir. Müşterilerin rol almak zorunda oldukları kabare şovlar düzenlenir. Kıyıda gezinen birbiriyle alâkasız insanların dalmadan önce aldıkları son nefes gibidir burası. Hayat hep böyle güllük gülistanlık değildir elbet. Durmadan ağlayan bebekler, maddi zorluklar, yaşamın ucuna gelmiş, ipi boğazlarına geçirmiş insanlar. Bu Cafe’de her an herşey olabilir. En beklenmedik, en beklenilmeyen anda tezahür eder. Umut ve hayal kırıklığı yanyana gider.


Hiç yorum yok: