5 Mayıs 2010 Çarşamba

Filmlerin Yeme İçme Kültürü Üzerindeki Etkileri

Dondurma deyince aklıma geldi. Eskiden, Temmuz ayı gelmeden dondurma yememize izin vermezdi annelerimiz. Biz dondurmayı yaz güzelliği sanırdık. "Golden Girls" dizisi ile dondurmanın 4 mevsim 12 ay tüketilebilen ve sadece külâhta değil devasa kutularda da satılan bir şey olduğunu öğrendik. Öğrendik ama tecrübe etmemiz yıllarımızı aldı. 

Amerikan filmlerinde gördüğümüz kutu kolanın yurda giriş yılı ise yanılmıyorsam 1990 idi. O vakitler kola kutularının kenarları bombeli ve içerlek değil, bıçak gibi dümdüzdü. 

Biz fiskobirliğin caaaanım fındık ezmeleri ile büyümüştük. "Webster" ile "Cosby Ailesi" ile, tatsız tuzsuz ne idüğü belirsiz fıstık ezmesi ile tanıştık. İlk deneyimim ilk öpüşmemden berbattı. Dilim üst damağıma kaynamışdı. Sonra üstüne bal sürdük, reçel sürdük, sonra sade de güzel olduğunu fark edip, sınav öncesi, regl sırası, ayrılık sonrası kaşık kaşık yedik.  

Amerikan dizilerinin bir başka vazgeçilmezi çöpe geçirilmiş ateşte marshmellow kızartmasıydı. Geçen akşam Kendra izlerken gördüm lokum diye çevirmişler. Amerikan lokumu! Evet Kendra izliyorum, nolmuş? Go Kendra go Kendra. Ya gözü dönmüş kin kusan bir sapık dehşetinin ya da bir köpekbalığı saldırısının öncesinde gençler kırda bayırda, kumsalda toplaşır ince dal çubukların ucuna geçirdikleri marşmelovları evire çevire kızartıp, az sonra başlarına geleceklerden bihaber neşeyle yerlerdi. Uzun yıllar, bunun "ninemin doğumgününü hatırladım, ona bir sürpriz hazırladım. Dışı tatlı mı tatlı içinde kar gibi bir bulut saklı" bulmacasının cevabı ve bizim jelatinli 4lü paketlerde tükettiğimiz çokomel olduğunu bilmedik. En azından ben bilmiyordum. 

Fellini filmlerinden sonra bu memlekette bir kır düğünü yapma furyası başlamıştı. Böyle ahşap masalara beyaz keten örtüler serip, şarap içilen yemek sahnelerini, sanki çok yaparmışız gibi zeytinyağı reklamlarında görüyoruz şimdilerde.  

Woody Allen filmlerinin yemek sahneleri ise her zaman beni benden almıştır. Herkesin bir ağızdan konuştuğu yarı aydınlık restoranlarda ya da eski karı-koca/eski sevgili evlerinde, yenen uzun soluklu, bol içilip bol tartışılan bu sofraları imrenerek izlemişimdir hep. İnsanın hem yiyesi hem de dostlarla bir araya gelip konuşası gelir.
 
Araya bir tane de yerli katmadan edemedim. Tam olarak yerli de diyemeyiz aslında; hibrid diyelim. "Gegen Die Wand"da Sezen Aksu'nun "Yine mi Çiçek"i eşliğinde yapılan alışveriş sonrası hazırlanan biber dolmasının sofraya geldiği sahneyi izlediğinin ertesi gün kim dolma yapmadı ha?

Hiç yorum yok: