12 Mayıs 2010 Çarşamba

MARADONA MON AMOUR


Kardan hiç hazzetmesem de çocukken TRT'de yayınlanan kış olimpiyatlarını hiç kaçırmazdım. Artistik patinaj bir yana, kendilerini iç bükey bir pistin en tepesinden koy verip uçarak yere kondukları kayakla uzun uçmadan tutun da, tabutumsu kızaklarda buzdan oyulmuş kanalların içinde kıvrıla kıvrıla son sürat kaydıkları buzda tornet yarışmalarını keyifle izlerdim. Spora izleyici olarak istidadım parmak ısırtacak düzeydeydi doğrusu. Büyüyüp, aklım başıma denk gelince kasklı, polarla kundaklanmış adamlardan ziyade, kısa şortlar giymiş, beyaz tişörtlü erkekler ilgi alanıma girdi ve İvan Lendl/ Goran İvaniseviç sayesinde tenise gönlümü kaptırdım. ama her zaman tek aşkım futbol oldu.

Kitlelerin afyonudur futbol. Hangi sınıftan gelirseniz, ister asilzade, ister aristokrat, ister işçi, birbirine benzemez insanları, hatta birbirinin dilinden anlamaz insanları bir araya getirir. Mesela İtalya'da sonradan başbakan da olan mafya babaları, demir kaçakçılığından zengin olmuş aile çocukları klüp başkanı olmuşlardır. Bu sporun içinde keserini palasını beline dolayıp gelen kurtlar, tribünlerde tekbir getiren hırtolar, fenerbaaze diyen yöneticiler de olsa, tüm bu insanlara ve daha fazlasına kollektif sevinçler ve hüzünler yaşatan futboldur. Kriket olacak değil ya.

1982 yazında dayım ve dedem İzmir'den Ankara'ya bizi ziyarete geldiler ve ben fitbolla tanıştım. Anaerkil aile geleneğini izleyerek Gassaraylı idim ama ben Fatih Terim'i yazları kara donuyla damda gezen komşunun oğlu olarak tanıyordum. Dayım bir futbol sevdalısı idi. Maçları izlerken yaptığı espriler, heyecanlı çıkışları, yorumları futbolla uzaktan yakından ilgisi olmayanları bile ekrana baktırırdı. O yaz Dünya Kupası maçları oynanıyordu. Ama ne kupaydı!

Tüm maçlarını izlediğim dünya kupalarından ilki 82, ikincisi de 86 Dünya Kupasıdır. Bu iki kupa maçlarında yaşadığım heyecanı, bir de 2000 UEFA Kupası maçlarını izlerken yaşamıştım. Time Square'de mukim ESPN'i kapatıp adamlara dükkandaki tüm ekranlardan kupa maçlarını verdirdik. Biz istedik diye yapmadılar tabii. Taş çatlasa 40 kişinin sığacağı salona 150 aç ve çılgın Türk dolunca, adamlar paranın kokusunu aldılar ve Amerikanya tarihinde ilk defa iri kıyım adamların tepiştiği Amerikan futbolu yerine skorsuz bitme ihtimali de olan "soccer" izledi.

Konumuza geri dönecek olursak. Hiç bir takımı bilmediğim için, her maçta tuttuğum takım değişirdi. Zaten benim bir yıldız takımım değil, yıldızlardan kurulu bir hayal takımım vardı.   


Dino Zoff, Paolo Rossi, GentileArdiles, Kempes (ah o saçlar), Socrates (adam gerçekten sokrates'in gençliğine benziyordu o sakalla), Zico, Karl Heinz Rummenige (ilk aşkım), Lieneker (bu da aşkım), Littbarski (bu da) ve sadece futboldaki dehasına değil, zekasına ve kişiliğine, hayata posta koyuşuna hayran olduğum Diego Armando Maradona.


Bu yazının konusu bu adamdır amma velakin 82 Dünya Kupası için de bir kaç söz etmeden geçmek istemiyorum. O yıl ilk defa Afrika ve Asya kıtasından takımlar da katılmıştı. böyle müsabakalarda, hiç bir uluslararası turnuvada oynamamış, bırak turnuvaları gelişmiş dünyanın .ikinde olmayan ülkelerin vatandaşları arasında duygusal bir bağ kurulur. Haritada belki yerini gösteremediğin bu kavruk ülkelerin sporcularına, takımlarına, yarışmacılarına sempati duyarsın. Benim 1982 sempati kraliçem Kamerun idi. Gariplerim, 2.tura çıkacakken bir gollerinin “off-side” gerekçesi ile iptal edilmesi neticesinde İtalyanlara kaptırmışlardı turu. “Off-side” olmadığı "replay"lerde gün gibi görünüyordu ama İ. Hakem kararını vermişti bir kere. Ailecek bu duruma kahrolduk. Dayım kalktı bir ufak açtı. İçki nedir bilmezdim şimdi bir ayyaş oldum şarkısını söyledik birlikte. Külliyen yalan. Küçük zaten her akşamın ritüeliydi.
 
Hatırladığım kadarıyla Paolo Rossi ve milli takımdaki bazı oyuncuların adı lig maçlarında şike yaptıkları gerekçesi ile karalanmıştı ve ceza almışlardı. Bu iki olay çakışınca şeytan insanların aklına olur olmaz düşünceleri soktu tabii. Turnuvanın ikinci skandalı Batı Almanya ile Avusturya arasında oynanan maçta yaşanmıştı. Ama burada germenler eşeğin şeyine hepten suyu kaçırmışlardı yani. Almanya lehine çok gollü bir galibiyet, aynı gruptaki Cezayir'e ikinci takım olarak tur atlatacaktı. Almanya ilk golden sonra Avusturyalı oyuncularla birlikte pikniğe çıktı ve turu iki germen takım geçti. Cezayir'in itirazları sonuç vermedi ama bir sonraki turnuvada FİFA kural değiştirerek son iki maçın eş zamanlı oynanmasına karar verdi. Bu durum ne ev sahibi İspanyol, ne mazlum Cezayirli ne de rezil bir galibiyet almış alman seyircisini memnun etti. Sonuçta kupa Almanlara da yar olmadı. İtalya kucakladı aldı.

82 Kupasında herkesin merakla beklediği Maradona yediği tekmelerle başını çimlerden kaldıramadığı için varlık gösterememişti ama 86'nın yıldızı olmuştu.

1960 yılında sekiz kardeşin beşincisi olarak, Buones Aires’in dışındaki varoşlardan Fiorito’da doğdu. Dokuz yaşına kadar yaşadığı şehir görmedi bile. Futbola minikler ligi olarak tanımlanabilecek  “Los Cebollitas”da 9 yaşında başladı. 15 yaşında profesyonel oldu. 16 yaşına geldiğinde Arjantin milli liginde oynuyordu. 78 Dünya Kupası için kendisini takıma almaması yüzünden, aynı zamanda akıl hocası ve büyüğü olan teknik direktör Menotti’yi hiç bir zaman affetmeyeceğini söylemiştir. 1982 Dünya Kupası’nda 2 gol kaydetti. Gentile’nin aman vermez baskısı tepesinin tasını attırınca oyun dışı kaldı. 1986 Dünya Kupası’nda dönüşü muhteşem oldu. Ben bu adamı izleyerek büyüdüm. Ne mutlu bana ve benim tertibime ki biz bu adamın ne büyük bir futbolcu olduğunu kendi gözlerimizle gördük.

İngiltere’ye Shilton’ın bacak arasından eliyle attığı gol için maçın ardından istifini bozmadan, “bir el vardıysa, o tanrının elidir” diyerek İngilizleri iyice çileden çıkarmış ve İngiltere ile Arjantin arasında Falkland Savaşı’nı başlatmıştır.

Kısa boyuyla tezat oluşturan kocaman kafası, o kafadan kara çalılar gibi fışkıran dağınık saçları, deli fişek bakan kara gözleri, bir halterci gibi tombul baldırlı güdük bacakları, geniş iman tahtası, tükenmez enerjisi, zekası, dehası, isyankârlığı ve hırçınlığı ile bir futbol anıtıdır Maradona.

Futbolun endüstrileşmeye başladığı sinyalini verdiği yıllarda, bu endüstrinin bir “işçisi” olmayı reddetmiş, sanatını icra ettiği alanın dışında özgür olmak istemiş, bu nedenle dayatılan ağır çalışma koşullarına, cezalara, tazminatlara kafa tutmuş, bir futbolcunun apolitik olmaması gerektiğini politik tavırlarıyla göstermiş, kadınlara ve alkole düşkünlüğünü ilan edecek, İngiltere’ye “tanrının eliyle” attığı o golü, fotoğraflarla belgelenmeden önce itiraf edecek kadar da dürüst bir adam. Yaşayan son futbol kahramanı.

2002 dünya kupasında, kokain kullandığı gerekçesiyle kendisine vize vermeyen Japonya’ya “evet kokain kullandım ama hiç değilse Amerikalılar gibi binlerce masum insanı öldürmedim” diyerek ayar vermişliği de vardır.



Futbolun güzelliği, her şeyden önce oyuncusundan taraftarına bu oyuna duydukları saygıdan ve aşktan kaynaklanır. Kara paranın aklandığı, parasal gücün siyaset üzerinde kullanıldığı bir endüstri haline gelerek ruhunu kaybetmiş, insanların üzerinden düşmanlıklarını birbirlerine kustukları kirli bir arenaya maradona pele elele gönül gönüledönüşmüştür.
Tanrıdan dekadana, şeytandan kurbana, azizden uyuşturucu bağımlısına bir dolu sıfatı olan bu adam için herkesin mutabık kalacağı bir tek gerçek vardır. Maradona'nın sadece yeteneği değil, onun futbol aşkı ve bu mesleğe duyduğu saygı onu gelmiş geçmiş en büyük futbolcu yapmıştır. Öyle ki, FİFA tüm zamanların en iyi futbolcusu için iki ödül vermiştir. Resmi ödül Pele'ye giderken, "Halkın Seçimi" ödülü Maradona'nın olmuştur.

Hatırlıyorum, 1994 yılındaki Dünya Kupasında maçtan atıldığında Bangladeş'te yüzlerce insan toplu intihara kalkışmıştı. Aklından ve yüreğinden geçenleri söylemekten hiç bir zaman çekinmemiş varoşlardan gelen asi ruh, ödün vermektense ölmeyi yeğ tutan küçük dev adam sonunda yıllara yenik düştü. Manda gönünden dövülmüş yüreği tekledi. Taraftarlar, spor adamları, muhabirleriyıllarca ona "tanrı", "yıldız", "kurtarıcı" dediler. 2004 yılında yüksek tansiyon yüzünden fenalaşıp hastaneye kaldırılınca, onun da aynı zamanda sadece bir insan olduğunu hatırladılar.




Hiç yorum yok: